18 Nisan 2009 Cumartesi

'Sorry' 4 The Truth


emekçi kartallar

ilk adam gibi işime girdiğimde düşündüğüm bu oldu. İşte şimdi Beşiktaşlı oldum! Fenere gol atmadım topçular gibi gerçek Beşiktaşlı olmak için güya, genç fenerlilere de atmamıştım zaten, canla başla sol bek oynamıştım yarı sahayı geçmeden. 11-0 ve golüm yok, ne istatistik ama.Ne diyorduk... Beşiktaş emektir diyecektim. İlginçtir bunu düşünen tek ben değilim gördüğüm kadarıyla. Emekle kazanmayı yüceltmiş bir camia burası. Hazır yiyiciler, düpedüz yiyiciler, miras yiyiciler, baba parasıyla hava atanlar, takla atıp penaltı çalmaya çalışanlar, elini kolunu çok kullananlar, hakeme mızmızlananlar, suçu başkasına atanlar vs. Bunlar hiç sevilmez, hiçbir yerde sevilmez de burada daha bir sevilmez. Şeref Bey, Baba Hakkı, Seba ve Optik Başkandır Beşiktaş. Muhteşem insanlar geçmiştir tarihinden, Beşiktaş'ı Beşiktaş yapmışlardır, bazı ilkeleri peş peşe sayıyorsak bunları yaşayıp yaşatmışlardır ama bu dördü kadar kitlelerin kalbinde bu sevgiyi yer etmeye temel katkısı olan pek yoktur. Atatürk'ün sevdiği güreşi, eskirimi, boksu yapan bir kulüpken futbolla tanıştırdı ve büyüttü bu camiayı Şeref. Büyük olmanın hep kazanmak olmadığını, karakter ve saygınlık olduğunu öğretti Hakkı Yeten.Gücünün yetmediği, hakların gasp edildiği yerde bile mağrur ve vakur bir tavırdı Seba. Nihayet bir ömrü delicesine uğrunda tüketmek ve hatta harcamaktı Optik. Şeref'in çocukları, yıllar geçti oldu Şeref'in torunları. Kendilerini hep şanslı saydılar, başka renklere KAPALI kaldıkları için. İş güç aile ve boş eğlencelerle geçen anlamsızlıklar dolu hayatlar arasından Beşiktaş'ı düşünüp Beşiktaş'a harcanan emeklerle ayrıldı bir grup güzel insan. Türkiye'nin her yerindeler ama çok da fazla değiller. Birçoğunu tanıdım son 8 senede. Bu hiçbir şey vaadetmeyen olgu için ailesiyle, sevgilisiyile ters düşen, işinden olan, orası burası kırılan, çizilen, kanayan. Lakin kızıyorum hepsine kendim dahil. Ne olursa olsun ölmek değildir Beşiktaşlılık, yaşamaktır coşkuyla ve dayanışarak. Sevmiyorum o yüzden ölümlü besteleri. Omuz vermektir, hatırlamaktır, sahip çıkmaktır, acı dost sözüdür. Ölü bir insan bunların hiçbirini yapamaz. Hep kendine zarardır ama hiç pişman olmamaktır, iyi ki yaptım, farkında olmasam da farklıyım ve topluca durduğumda çok meşhurum diye bilmektir. Hayatını Beşiktaş'a göre yaşayan Beşiktaş taraftarı... Tek tek meşhur olmaya çalışmak beyhude, olamazsın, faydasını da göremezsin. Alen Markaryan bile olsan, bir şeyi sevdin diye tek başına bir hiçten öteye gidemezsin. Bağırmaktan göz bebekleri çatlayan insan gördüm ben. Gol sevincinde altta kalıp canı çıkanları her yerde görürsün. Buradaki farkı gülerek kalkmalarıdır belki ayağa. Vizeye girmeyip deplasmana gittiği için okulu uzayanı ben görmedim, direkt yaşadım. Pişman olsam keşke bir gün. İşi bırakanı bu uğurda hele çok gördüm. Belki de bahaneleriydi. Her seferinde bırakmayın dedim. Ben bırakamam, o kadar cesaretim yok. Sıradan olmayı asıl çok sevdim bu tribünde ben. En az benim kadar seven bir sürü insan, tek manyak olmamak, tek başına güçsüz kalmamak, özel olmamamanın harikalığı. Bedava deplasman otobüsleri olmadığı dönem cebindeki son kuruşuyla veya borç harçla Türkiye'nin her yerine gidenleri gördüm. Tavrı için, ortak karakteri ortaya koymak için. O bayrağı İstanbul'dan taşıyıp Anadolu'ya yalnız değilsiniz demek için. Kendi şehrinde renklerini ezdirmemek için kavga edenleri gördüm. Okulunda, çevresinde, her gittiği ortamda Beşiktaş sözü geçtiğinde herkesle kötü olabilenleri gördüm, sevdim hepsini yürekten. 8-0 yenilgiden sonra atkısına daha sıkı sarılanları gördüm. Eskileri anlatırken duygulanıp ağlayanı gördüm. Gördüm de gördüm, hepsinin bir miktar deli olduğu kesin. Para hırsı, kariyer hırsı, güzel araba sütun bacak beklentisiyle yaşayıp ölenlerle kıyasladım, hafif delilik iyidir hep.

yazmak ihtiyacı

Yazmak ihtiyacı... Çok acayip bir his. Word çok sıkıcı, işi gücü hatırlatıyor. Oysa ben öylesine yazıyorum, not pad iyidir. Fonda Arsenal-Chelsea maçı. Sonucu zerre ilgilendirmiyor. Sıradanlaşmış, robotlaşmış, kalitesi bile sıkıcı gelen İngiliz futbolu. Bizim takım yoksa sahada, en muhteşem futbol Gökhan Zan'ın dan dunlarından daha ilgi çekici değil şahsen. Daha üçüncü cümle Beşiktaş'a geldiğine göre, blog yapıyorsam şu an kendime, moda ya hani trendy bir şey, kesin en çok Beşiktaş yazarım. Pratiğini yaşıyoruz, teorisini yazıyoruz zaten senelerdir. Ha Forza'da ha orada burada. Yazmak gerek gibi yazıyoruz. Okunacakmış gibi. Okuyan biri 'ulan yalnız değilim böyle düşünen adamlar da var' diyecekmiş gibi. Diyordur ama bence. Başka ne yazılır ki... Çok incelemedim bu blogları ama hayata dair yazıyorlar, yalnızlığa dair, ilişkilere, memleket- dünya meselelerine, faso fiso bir ton mevzuya. Kendisi değil de ele alınış biçimi faso fiso, yeni bir şey söyleyen kaç kişi var ki... Benim en iyi bildiğim hayatta, Beşikaşlı olmak. Her şeyi ona uyarlayabilirim hemen hemen. Ama bir kızın yanında sakın uzun uzun Beşiktaş konuşma. Çok sıkıcı olur. Gazetede politik köşe yazıları yazan adam her gün karısına politika anlatsaydı bir süre sonra yalnızlık yazıları yazmaya başlardı kesin, o hesap. En iyi bildiğin şeyi herkese anlatmak zorunda değilsin kısaca. Bu giriş niyetine olsun, ilk yazı bundan sonraki olsun, kimse okumazsa ben okurum, en az 3 kere.